Ölmediği
için mutsuz olan bir adam ne düşünür? Çok fazlayız ölmeyi kaçış değil bir zafer
olarak görenler. Bir sigaraya sarılmış, karanlık ile kararmış iç dünyamız
arasında bembeyaz bir dumanla köprü kuruyoruz. Böyle düşsel dünyayı gerçek
üzerinde hüküm sürer hale getirdiğimizde bir balıkçı ya da sokakta yaşayan bir
evsiz hayal edip onlara hikayeler yazarak anlamsız bir dünyada var olduğumuzu
meşrulaştırıyoruz.
Balıkçının
teknesi kayıtsız mı? O tekneyi kullanmak için bir tür ehliyete ihtiyaç duymaz
mı? Teknenin vergisini ödemesi gerekmez mi? Duygu yüklü o kadar cümleden sonra
böyle maddeye yönelmek ne kadar da yazdıklarımı kötüleştiriyor değil mi? Bir
ekmeğe ihtiyaç duymak ya da sağlığını kaybetmemek için tedavi görmek o
hayallerimizin gerçek balıkçısının da hakkı değil midir? Bir haktan bahsetmek o
kadar mücadeleyi olumsuzlayan argüman varken ne kadar da içtenlikten uzak değil
mi? Bir evsizin de kendisini hayat macerasına katmak isteyenlerin armağanlarını
kabul ederken onlara hissettirdikleri düzene ayak uyduranların vicdanları ile
düzen arasındaki bağları kuvvetlendirmesi için bir araç haline gelmiyor mu? Ya
da bilgisini bağımsız ve özgür hale getirip bir çeşit intihar yolculuğuna
çıkması mı tökezletecek birbirinden beslenen isyanın karşısında duran çarkların
işleyişini? Nereden bakıyoruz hayata ve nereye koyuyoruz tüm biriktirdiğimiz
duygularımızı? Ah insanlar diyoruz ne kadar çok rengi barındırıyor ilişkileri.
'Gerçeklik' karşısında en azından iç dünyamızda bir özgürlük alanı
oluşturabilmek için çabalamak bir mücadele alanı olabilir mi? Nasıl olsun bir
değerlendirmeler silsilesi içinde bağımsız düşünceyi var edebilecek bilinç.
Durduğumuz
zamanlar var. Düşünüp duruyoruz, ağlayıp duruyoruz, susup duruyoruz, bir anlama
çabasından kurtulamıyoruz. 'Mutluluk' kelimesi altına sıkıştırılmış güzel
duygularımızı düzene iliştiriyor muyuz? Soru sormak cevap vermeye gerek
kalmadan mı güzel? Bir doğruluktan bahsedecek erginlikte olma iddiasında
bulunmak saçma. Kuşatılmış bir bilinçle ve farklı sonuçları olan o aynı tecrübelerle
bunu gerçekleştirebilmek ne mümkün. Daha mümkün olmayan ne kadar da çok şey
var. Yukarıdan bakınca dünyaya başka bir dünya mümkün derken kapalı
gözlerimizin ardına saklanmaktan kaçamamak diye bir durum mevcut. Nedir bunu
alt üst edecek çözüm? Bir çözüme inanmayacak karamsarlık kolaylığına da
kaçabiliriz. Ama en azından bir zıtlık durumu oluşturup dünyaya aşağıdan
bakabilir miyiz? Dünyaya aşağıdan bakanları bulabilir miyiz? Onları bulsak ne
yaparız? El ele tutuşup pasif halimize mi katarız. Bir yol bulmak, bir yöntem
geliştirmek nasıl mümkün hale gelir diye düşünüp zamana mı yeniliriz? İşte bir
kelime olarak 'mücadele' böyle çetrefilli eksik analizlerin denizinde de olsa
bir dalga gibi var oluyor.
Tüm
çıkmazları beyaza boyayan ya da herkesin kendi rengine boyamasını mümkün kılan
bir hal 'mücadele'. Kızıl bir bayrak ya da tüm renkleri alt üst etmiş kara bir
bayrak. Zamanı yenecek bir yön. Zamanın öncülük ettiği geçen, süregelen her
şeye karşı zaferler elde edilecek bir alan. Aradığımız her şey için en meşru
zemin. Düzene dahil olup sürat yapmak ya da düzenin dışında bir gemiye binip
süzülmek arasından gökyüzünün sonsuzluğunu yaran bir çare. Bir müzik çalarken,
uyuşmuş bir kafa ile bir sigarayla ya da pahalı olan her şeyin sahipliğine
erişmişliğin 'zaferini' yaşarken de, başarmak nedir ben yaşadım düşüncesine
mağlup olurken de 'mücadele'.